top of page
  • Yazarın fotoğrafıPsikolog Sibel Bora

ÇOCUĞA SINIR KOYMA

Her çocuğun en temelde üç gereksinimi vardır: “Koşulsuz sevgi, düzen ve disiplin.” Ebeveynlerin bu gereksinimleri etkili bir şekilde karşılayabilmesi ebeveynlik becerilerinin öğrenilmesine bağlıdır. Ebeveynlik, öğrenilebilir beceriler topluluğudur. Nasıl ki bir insan mesleki becerilerini aldığı eğitimlerle sonradan öğrenir ve geliştirirse, ebeveynlik de tıpkı mesleki beceri edinmek gibidir. Anne babaların, bilgiye ulaşmanın böylesine kolay olduğu bir çağda, bu becerileri öğrenebilmek için çeşitli kitapları okumaları, yayınları takip etmeleri, güvendikleri uzmanlara kulak vermeleri, gerekirse de ebeveyn danışmanlığı almaları oldukça önemli ve gereklidir. Bu yazının da kendini daha iyi anne baba olmaya adamış ebeveynlere ulaşmasını umut ederek kaleme alıyorum.

Bugün ödül-cezanın çocuk yetiştirmede ve disiplinde etkili olmadığı biliniyor. Bu yöntemler kısa vadede etkili gibi görünse de uzun vadede çocuğa ve ebeveyn-çocuk ilişkisine zarar veriyor. Bu noktada ise ebeveynlerin kafası karışıyor. Ödül-ceza yoksa nasıl disiplin kuracağız, nasıl etkili sınır koyacağız? Çocuğa sınır koymak demek aslında pozitif disiplin ilkeleriyle çocuğa yaklaşmak demektir. “Disiplin” sözcüğü genelde ülkemizde pek hoş karşılanmaz, nitekim doğru da kullanılmaz. Korkunç bir sözcük olarak görülür. Oysa disiplin sözcüğünün kökeni 11. yüzyılda Latincede “öğretmek, öğrenmek” anlamına gelen “disciplina” sözcüğüne dayanır. İngilizceye de “discipline” şeklinde geçmiştir ve yine öğretmek demektir. Aslında güzel bir anlamı olan bu sözcük nasıl olmuştur da gözümüze korkutucu görünmüştür bilinmez. Fakat bugün artık şu bir gerçek ki çocuklarla olan iletişimimizi etkili hale getirmenin, çocuğumuzun gelişimine katkı sunmanın yolu pozitif disiplinden geçiyor. Pozitif disiplin ise, bağırmadan, aşağılamadan, küsmeden, tehdit etmeden sınır koyduğumuz ve çocuğun duygularını anladığımızı göstererek şefkatle onun gelişimine rehberlik ettiğimiz davranışlardan oluşur.

Bir sınır çocuğa ifade edilirken dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta vardır. Sınır çocuğa söylenirken 1- kabul edilemeyecek davranışların nelerden oluştuğunu, 2- bunların yerine hangi alternatif davranışların kabul edileceğini belirtmek gerekir. “Tabaklar fırlatmak için uygun değildir, ama yastıkları fırlatabilirsin.” “Kardeşler itilmez, kaykaylar itilir.” Öte yandan sınırın net, açık olması ve kararlılıkla ifade edilmesi de son derece önemlidir. “Suyu sıçratma” demekle “suyu kardeşinin üzerine sıçratma” arasında fark vardır.

Sınır koymada bir diğer önemli nokta, çocuğun davranışını onaylamasak bile duygusunu kabul ettiğimizi göstermektir. Her duygu kabul edilebilir olmalıdır. Çocuğumuz öfkelendi, kıskandı, üzüldü diye bunları görmezden gelmemeliyiz. Aksine bir çocuğun zor anları tam da desteğe en çok ihtiyaç duyduğu anlardır. Ebeveynin çocuğun duygusunu görüp bu duyguya eşlik etmesi, duygusunu ona aynalaması (yansıtması) çok önemlidir. Davranışını onaylamıyor olabiliriz ama bu, çocuğun o anki duygusunu da yok sayacağımız anlamına gelmez. Empatik bir dinlemeyle, şefkatle çocuğun duygularının aynalanması çocuğu yatıştırır, anlaşıldığını hissettirir. Anlaşıldığımızda sevildiğimizi de hissederiz. Örnek vererek açıklayacak olursak, diyelim ki bir sabah çocuğumuz okula gitmek istemediğini söylüyor. Ona “Okula gitmek zorundasın. Her çocuk okula gitmek zorundadır. Bu bir kural.” şeklinde yaklaşmak yerine, “Okula gitmek zorunda olmamayı ne kadar çok istediğini biliyorum. Keşke bugün pazartesi değil de cumartesi olsaydı ve arkadaşlarınla dışarı çıkıp oynayabilseydin. En azından daha fazla uyurdun. Anlıyorum. Kahvaltıda ne istersin?” demek çocuğumuzda “anlaşıldım” hissi oluşturur. Çocuğumuz bu açıklamayla savunmaya geçmez çünkü eleştirildiğini, yargılandığını düşünmez. Böylece çok kolay krize dönüşebilecek bir an, ustalıkla yatıştırılmış olur. Hatırlayın pozitif disiplinde şefkatli, anlayışlı, aşağılamadan, yargılamadan kurulan bir iletişim esastı. Bu örneği kendimize uyarlayarak düşünelim bir de; diyelim ki bir mağazanın vitrininde çok güzel bir kıyafet beğendiniz ve eşiniz size dönüp “Ne bakıyorsun! Biliyorsun maddi sorunlarımız var. Böyle pahalı bir şeyi almamız mümkün değil.” deseydi nasıl hissederdiniz? Eşinizin sözleri büyük ihtimalle sizde pek de olumlu duygular yaratmayacaktı. Bu sözler yalnızca öfkelenmenize ve üzülmenize yol açacaktı. Bunun yerine eşiniz bu isteğinizi kabul etse ve “Tatlım sana bu elbiseyi almayı ne kadar çok isterdim. Üzerinde hayal ediyorum da sana ne kadar çok yakışırdı.” deseydi, eminim elbise alınmamış dahi olsa mutlu olurdunuz. Çünkü eşinizin isteğinize ve duygularınıza saygı gösterdiğini hissederdiniz.

Çocuklara sınır koyma konusunu ele aldığımızda gözden kaçırmamamız gereken bir nokta da, yaş ve gelişim dönemlerine göre çocuğa konulan sınırların ve uygulamaların farklılık gösterebileceğidir. Örneğin 0-2 yaş döneminde çocuğa sınır koymaktan söz edemeyiz. Bu dönemde en önemli olan şey, çocuğumuzu tanımak, onunla güçlü bir bağ kurmaya odaklanmaktır. İki yaş sonrası itibariyle çocuğun bireyselleşme ihtiyacı ön plana çıkmaya başlar. Çocuk artık “Ben de varım, ben de bir bireyim” demeye başlamıştır adeta. Anne babaların “çocuğum çok inatçı oldu, bir şey için saatlerce tutturuyor, ağlıyor” demelerinin ve bu dönemi kriz olarak görmelerinin sebebi biraz da budur. Oysaki çocuğumuz sağlıklı bir büyüme evresinden geçiyordur. Yine de zaman zaman krizler yaşanabilir. Böyle anlarda çocuğun duygusunu aynalamak oldukça işlevseldir. Örneğin markete gittiğinizde fazladan çikolata almak için tutturan ve ağlayan bir çocuğu düşünelim. Burada ebeveyn, “O çikolatayı da almayı çok istiyorsun ve onu alamayacağımız için çok üzgünsün, o kadar üzgünsün ki ağlıyorsun.” “Sana bu çikolatayı almadığım için bana çok öfkelisin. Sana sarılmamı ister misin?” şeklindeki bir yaklaşımla hem tutarlı davranmış olur hem çocuğun üzüntüsünü görmüş, anlamış, yansıtmış olur hem de oldukça şefkatli bir şekilde çocuğun bu zor anında ona eşlik etmiş olur. Oysa genelde ebeveynler markette istediği şey için tutturan çocukları karşısında paniğe kapılırlar. Rezil olduklarını düşünürler ve çocuklarına öfkelenirler. Bu durum bir an önce son bulsun diye ya çocuklarının istediğini yaparlar ya da öfkeyle çocuğa kızarlar. Böylece bu durum krize dönüşür. Dört yaş civarındaki bir çocukla böyle durumlarda parka, markete gitmeden anlaşma yapılabilir. “Birlikte markete gideceğiz, sadece iki şey alma hakkın var, anlaştık mı?” “Parka gideceğiz ama sadece bir saat zamanımız var (mümkünse saat üzerinden, “bu çubuk buraya gelinceye kadar” diye gösterilmeli ki çocuğun zihninde zaman kavramı somutlaşsın), vakit dolunca eve geleceğiz, haberin olsun.” şeklinde çocuğa önceden bilgi vermek krizleri önemli ölçüde engeller. Hatta bir saatin dolmasına on dakika kala çocuğa “son on dakika” şeklinde hatırlatma yapmak, çocuğun ayrılığa zihinsel olarak hazırlanmasını, parkla vedalaşmasını sağlar. Çocuk anlaşmaya uyduğunda takdir ederek davranışını pekiştirmek çok önemlidir: “Anlaşmamıza uyduğun için teşekkür ederim. Sözünü tutman çok hoşuma gitti.”

Okul çağındaki veya ergenlik dönemindeki çocuklarla ise yine net, açık, kararlı ve şefkatli bir dil kullanmak, kuralları kişisel olmayan bir tarzda ifade etmek kuralların daha fazla önemsenmesini sağlar. “Ertesi gün okul varsa sinemaya gidilmez.” ifadesi, “Ertesi gün okul varsa o gece sinemaya gidemeyeceğini biliyorsun.” ifadesinden daha az kızgınlık yaratır. “Bugün televizyon izleme süren bitti.” ifadesi, “Bugün yeteri kadar televizyon seyrettin, kapat artık.” ifadesinden daha yararlıdır. “Birbirinize bağırmak yok.” ifadesi, “Ona bağırmayı kessen iyi edersin.” ifadesinden daha gönüllü olarak yerine getirilir.

Bir nesnenin işlevini gösterdiğimizde, sınırlar daha istekli bir biçimde kabul edilir. “Bu sandalye oturmak için, üstünde ayağa kalkmak için değil.” ifadesi “Sandalyenin tepesinde dikilme.” ifadesinden çok daha fazla işe yarar. “Tahtaları fırlatma” demek yerine, “Bu tahtalar oynamak için, fırlatmak için değil.” demek daha etkilidir.

Ebeveynler sıklıkla kardeşler arasındaki dengeyi sağlarken nasıl sınır koyacakları konusunda kafa karışıklığı yaşarlar. Bu noktada en önemli olarak önce, şefkatli ve net bir şekilde kabul edilmeyen davranışı sınırlandırarak yerine alternatifini göstermeliyiz. Sonra davranışı onaylamasak da duygusunu kabul ettiğimizi yansıtmalıyız. Bir çocuk, küçük kardeşine taş atmak üzereyken anne “Kardeşine değil ağaca at.” diyebilir. Anne, çocuğun ağaca yönelmesini önererek davranışı durdurabilir. Sonra da duyguları ele alarak, duyguları ifade etmenin zararsız yollarını gösterir.

“Kardeşine taş atmak isteyecek kadar öfkeli olabilirsin. Kızgın olabilirsin, kardeşinden nefret edebilirsin, fakat incitmek olmaz. Eğer istiyorsan, taşı ağaca atabilirsin. Eğer istersen bana ne kadar öfkeli olduğunu anlat ya da göster.”

Buraya kadar anlattığım tüm yöntemlerde dikkat edilmesi gereken önemli nokta kararlı ve tutarlı olmaktır. Çocuklar her zaman bu yaklaşımlar karşısında hemen sakinleşmeyebilirler. Israrcı olabilir, ağlayabilir, yoğun öfke hissedebilirler. Ebeveyn olarak o anlarda sakinliğinizi korumak, sakin ve şefkatli bir tonda aynı cümleleri bazen tekrar tekrar söylemek gerekebilir. İşin zor kısmı da burasıdır. Ama emin olun bir noktadan sonra bu sakinliğin olayları çözümlemede ne kadar çok işe yaradığını gördükçe zorlanmalarınız azalacak.

Çocuklarla iletişimde ve özellikle de kriz anlarında uzun açıklamaların, çocuğu ikna etmeye yönelik yaklaşımların işe yaramadığını hatırlatmak isterim. Bunun yerine açık, net, kısa açıklamalar yaparak, kararlı, tutarlı, şefkatli ve sakin bir eşlikçi olursanız sağlıklı şekilde çözüme kavuşmayan hiçbir kriz olmuyor.

Oldukça detaylı olan bir konuyu en temel noktalara değinerek olabildiğince açıklamaya çalıştım. Faydalı olması dileklerimle…

*Bu yazı Vesile Dergisi'nin 9. sayısında yayınlanmıştır.


9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page